BİR İHANET HİKAYESİ
Bilindik dünkü sevgi hikayelerinden,
yarını bilmediğimiz, hep yaşadığımız, mutluluk ve aşk hikayelerinden.
Düne dair ne varsa siliyorum artık.
Sırtımdaki yara izleri her yanı sardı,
Kan kokusu gitmiyor ruhumdan.
Alışmaya çalışıyorum yanlızlığa, direnç kırıyor geceler.
Her şarkıda bir yaşamışlık var artık, her şiirde bir gerçeklik.
Son perde de aynı hüzün, ağlayan yüzüm ve yine kendime pişmanlığım.
Ben bu şehre yukardan bakmak istemiyorum artık.
Gördüğüm tüm karanlıklarda kaybolmak, geçtiğim her sokakta hatırlanmak
ve bu sonsuz yalanların içinde gerçeği aramak istemiyorum.
Son karar koyvermek kendini zamana.
Yürürken bu silme ihanet tarlasından yüzüne vuran sert rüzgara kapılmak.
Kahpe deyip geçmek yanlızlığa.
Yalnızkende çoğul olmak.
Silinen resimlerde midir anılar, kaybolan yıllarda mı?
Geçirdiğim her güne ihanet edercesine bir tokatmıdır intikam?
Ve ihanet aslında rüyalarda ağlamak mıdır?
Tüm sorulara cevap aradığım bir dönemde soruları unutturan aşk,
bulduğum cevapları unutturan bir ayrılıkla son buluyor.
Ve sevdiğim sen görmüyorsun ama ben susmasını öğreniyorum zamanla.
Yapacak hiçbir şey kalmayınca bir deniz kenarında buluyorsun kendini.
İkiyüzellibine içilen on çay seni saatlerce hatırlamama yetiyor.
Yastığında kokum hala duruyor.
Belki yıkıyorsun ağlayarak, yeni yuvanda kokmasın diye.
Canının kokusu geçmeden, yeni bir can buluyorsun.
Ve bir haftaya sığdırıyorsun, tüm bir yaşam hatasını...