Yenilgilerin tüm tomurcuklarında dünün göz yaşlarında gizlenir yüzün
Her mevsim dilindeki türkülerle sessizliğinin tohumlarını ek hayata
Ağladıkça kan yağar göklerden, kimi yürekten dökülür, kimi aşktan
Unutuluşu geri vermez anılar, hiçbir zaman da aynadan izlenmez hüzün
Aynı tekdüzeliğin menzili uzak duruşlarından sıkılınca yürek, sızıyı algılamaz, o sol ağrıya da aldırmaz olur. Nafiledir bekleyişe sarılmak ve işte böyle anlarda yaşam suyunun aktığı bütün yönler değişir. Kimi dostluk, kimi de terk edilmiş yürekler ve derinlerdeki sızılar konuşulur.
Göğsümüzdeki ağrıyla yaşarken biz hayatın paslı kapılarını da açmak istiyoruz ruhumuzu dinleyerek. Zehir yutmaya alışmış, karşılığında sahte alkışlar almış zavallıların boy aynalarına dargın yaşadığı artıklı sofralarda, bizim payımıza sevgi düşer her devirde. Geri kalanını sürüngenlerin temizlediği düşler tarlasından biz tohumlarla düşeriz sevda yollarına. Mayamıza hüzün serperek büyürüz aşkın gizemli kollarında.
Her karede kendini aradığın, her yanlışa öfkeyle direndiğin ve paylaşılmamış mutlulukları özlediğin insanlık paylaşımlarında somutlaşan tek şey ruhundaki esrikliktir unutma. Yağmur yağdıkça saçlarına, düne karışır kokun. Usunun kökleriyle günlük güneşliktir aslında yaşam. Bir gölgeye yüzünü çevirince, bir ıslığın peşine düştükçe, bütün kapalı kapıları açmayı dilersin. Kanat sesleri en çok gündüz yamaçlarından duyulsa da, yarasalardır gönül heybendeki göz yaşlarını süzen, sözüne diş geçiren, hayatını karanlığa çeviren.
Oysa, kanlı bir mızrakla dikilir her sevdanın bayrağı. Düşlerini doğrularda kaybeden, özünü yalanlarla sulayan, sancıları da omzunda taşıyan bütün yüreklerin zulasında gizlenir aşk. Çürümüş bir yürekte güneş her zaman ışıklarını göstermez ve her sözün doğrusundan, her pasın döşünden çelik yalnızlığının tabletlerinden kendi güçsüzlüğünü yutarsın.
Sonu görünmeyen, ufku gözlenmeyen her yalnızlığın mimiklerinde niteliksiz, kişiliksiz ve dehanın yurduna asla uğramamış, karanlıklarda yalnızlığına ağlamış bir yürek düşer aynaların döşüne. Kor düşüncelerin yeşil sağrısında mevsimlerdir karanlığa yorgan atan. Ve o mevsimlerin kalaysız çanaklarında nefesi kokmuş sineklere benzer insan. Avuçlarından ormanlara kanat açan kuşu avcılar seri atışlarla otlaklara düşürür, yüreğin korkuyu bölüşür, anılarına da her devirde akbabalar üşüşür.
Kan düşürmemek için yüreğime insan yüreğini görmezden gelemezdim. Düşündükçe aklımın en mitolojik sıvaları döküldü, sular sarnıçlarımdan süzüldü ve her şeye ağlayan bir şaire dönüştüm. Oysa, güneşti düşünü gördüğüm, ışık düşen saçlarındı gecelerde ördüğüm. Öptükçe yüreğinden ağladım, ağladıkça buruşuk bir defterdeki anılarla yüreğinin burçlarında sabahladım.
Şimdi, son bir kez daha bak yaşamaya. Bütün parçalanmışlıkların acısına çizgiler çekerek, bu kara, bu kaba, bu masalsı hayata bayrak gibi aç yüreğini. Ay düşsün saçlarına, istersen aşk düşsün avuçlarına, ya da at bedenini gürül gürül akan yaşam sularına. Kutsanmamış bir mavi gök altına ela gözlerini düşür, kuşların kanatlarını okşa, inancını yargıla ve inatla bak kirli olsa da yaşamın maviliğini kaybetmeyen sularına.
Dışarıda her gün yeniden dirilen bir yaşamdır, her mevsim yeni naralarla tükenen. Ağlayacaksan, yıllarına adaklar bağlayacaksan, önce yüreğindeki demirleri eğeceksin. Çelik gövdene yapışık, ay ışığına küskün bedenini saman yoluna adamazsan, yüreğinin kabarışlarını frenlersen aşkın tetiği düşmez bedenine. Özü tükenen, belki de oyuklarda gizlenen sularca nedensiz başkaldırılarla tutuşur çorak yüreğin. Ustura yalnızlığının aynalarına gözyaşın düşer, adına hüzün koyduğun ne varsa kahkahalarla seni izler.
Rüzgâra tut şimdi narin gövdeni. Aman demek için, kırılan bir kaleme ağlamak için henüz çok erken. Suçumuz sorgusuzluk, suçumuz yaşamanın aman dilemez sağrısı. Kirli sokaklarında dolaşırız da bu hayatın, temiz düşlerle uykulara dalarız her mevsim. Her insanın bir türlü başını koyamadığı bu ceza kütüğünde, dudaklarına baharları sürerek, ömrüne yarınları yükleyerek dolaşmazsan, sevdaya sürgün, aşk’a üzgün yaşarsın.
Göğsüne yeni bir kimlik takarak, ayın aşk ışıltıları yaydığı menekşe kokulu gecelerde dolaşarak, ödünç yaşanılan bir hayatın anlamsızlığına gülümseyerek aç kınalı avuçlarını hayata. Güneşi saçlarından, aşkı avuçlarından, mevsimleri de gözyaşlarından yüreğine sal. Kanadıkça yüreğin yitmiş günlerine limanlar aramaktan kurtul artık. Gülüşlerinin tomurcuk güllerine her sabah sular dök, ilençli matemlerinin anahtarlarını denizlere at, her mevsim aşk’la çoğalarak.