Formun Dogru Adresi.
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Formun Dogru Adresi.

Forumun Tek ve Dogru Adresi Askbahcesi.Forumh.Net
 
AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  

 

 Ortaçağ Felsefesi Genel Özellikleri

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
PrenSeS
Moderatör
Moderatör
PrenSeS


Mesaj Sayısı : 329
Kayıt tarihi : 05/01/08

Ortaçağ Felsefesi Genel Özellikleri Empty
MesajKonu: Ortaçağ Felsefesi Genel Özellikleri   Ortaçağ Felsefesi Genel Özellikleri EmptyPerş. Şub. 28, 2008 9:53 am

Klasik çağ ile modern çağ arasında kalan tarihsel dönemde söz konusu
olan felsefe faaliyeti; düşünce tarihinde M.S. 1. ya da II. yüzyılla,
XV. yüzyıl arasında kalan tarihsel kesitin felsefesi.

Ortaçağ Felsefesi kendi içinde dört ayrı geleneği ihtiva eder:

1- Batı ya da Avrupa’da gelişip, Latince ifade edilmiş olan Hıristiyan felsefesi,

2- Doğuda İslam dünyasında zuhur etmiş ve Arap dilinde ifade edilmiş olan İslam felsefesi,

3- Sadece Hıristiyan ülkelerinde değil, fakat İslam dünyasının çok
çeşitli bölgelerinde Musevi düşünürler tarafından İbranice ifade
edilmiş olan Yahudi felsefesi ve

4- Hıristiyan Bizans İmparatorluğu içinde Grek diliyle ortaya konmuş olan Bizans felsefesi.

Dört farklı geleneğine, ve söz konusu geleneklerin kendi aralarında
sergilediği temel birtakım farklılıklara rağmen, Ortaçağ felsefesi bir
bütün meydana getirir.

Bunun üç temel nedeni vardır. Her şeyden önce, gerek Hıristiyan
felsefesi, gerek İslam felsefesi ve gerekse Musevi ve Bizans felsefesi
ortak bir felsefi mirası paylaşır: Antik Yunan felsefesi. Buna göre,
Grek düşüncesi geç Antik*çağda, özellikle Yeni-Platonculuk eliyle
Ortaçağ felsefesine önemli bir etki yapmıştır. Ortaçağ felsefesinin
kendi içinde bir bütün oluşturmasının ikinci büyük nedeni, sözünü
ettiğimiz dört ayrı felsefe geleneğinin birbirleriyle yakın bir ilişki
içinde olmasıdır. Nitekim, Ortaçağda Musevi düşünürler, okudukları
İslam düşünürlerden, özellikle de Farabi ve İbni Sina’dan yoğun bir
biçimde etkilenmiş, aynı İslam felsefesi 12. yüzyıl Rönesans’ı yoluyla
Batı’ya kaynaklık, ya da en azından antik Yunan felsefesinin
aktarılmasına aracılık etmiştir. Nihayet, dört ayrı gelenek de, vahye
dayalı tek Tanrılı dinlerin hakim olduğu kültürlerin bir parçası olmak
durumundadır. Dini öğretiyle felsefi spekülasyon, veya teoloji ile
felsefe arasındaki ilişki bu geleneklerin her birinde farklılık
gösterse de, ele alınan felsefi problemler hepsinde üç aşağı beş yukarı
aynıdır.

GENEL ÖZELLİKLERİ

1. İlkçağ Yunan felsefesinin belli bir halkın, antik Yunan ya da Atina
halkının, modern felsefenin ise farklı uluslara mensup ayrı bireylerin
felsefesi olduğu yerde, Ortaçağ felsefesi, bireylerin ve halkların
karakteristik özelliklerinin üstünde olan dini bir topluluğun, bir
ümmetin, Hıristiyan ya da İslam toplumunun veya Yahudi cemaatinin
felsefesidir.

2. Antik Yunan felsefesinin bütünüyle dünyevi bir felsefe olduğu,
klasik aklın en temel özelliğinin sekülarizm olduğu yerde, Ortaçağ
felsefesi kendisine öte dünyasal bir ilginin hakim olduğu bir
felsefedir. Başka bir deyişle, Yunan’da insanın temel probleminin bu
dünyada mutluluğa erişmek oldu*ğu kabul edilmiştir; Yunan’da, insanın
bu problemi çözebilecek güce sahip bulundu*ğuna ve kendi çabasıyla iyi
ve mutlu bir hayata ulaşabileceğine inanılmışken, Ortaçağda problemler,
bu dünyadaki hayattan ziyade, ahiret hayatıyla ilgili olan
problem*lerdir. Aranan mutluluk, bu dünyadaki mut*luluk değil, fakat
ebedi bir saadettir. Bundan dolayı, antik Yunan’da bağımsız bir felsefe
disiplini olan etik ve estetik yerini çok büyük ölçüde teolojiye
bırakır.

3. Başka bir deyişle, Ortaçağ düşünürleri önemli olan biricik şeyin
insanın doğaüstü varlık alanıyla, aşkın ve mutlak olarak yet*kin
varlıkla olan ilişkisi olduğunu öne sürmüşlerdir. Bu da, doğal olarak
Ortaçağda felsefenin mahiyetini ve konu alanını baştan sona
değiştirmiştir. Buna göre, antik Yunanda doğa bilimiyle sosyal bilimler
hem kendi başlarına, ve hem de iyi ve mutlu bir yaşam amacı için sağlam
araçlar olarak değer taşımaktaydılar. Oysa özellikle Hıristiyanlar için
bunlar sadece yararsız değil, fakat bazen de zararlı ve hatta tehlikeli
disiplinler olup çık*mışlardır. Yine, Yunanlı ahlâklılığı bir
top*lumsal etik içinde ve mutluluk amacını gözeterek ele alırken,
Ortaçağda ahlâklılık dinin bir parçası haline gelmiştir. Dolayısıyla,
Yunan’da etik zaman zaman kozmolojik olarak, zaman zaman da toplumsal
bir zemin üzerinde temellendirilirken, Ortaçağda etik teolojik bir
düzlemde temellenir. Nitekim, bu dönemde davranış ya da insani eylem,
amacına göre değil, fakat Tanrı‘nın emirlerine uygun düşmekliğine veya
düşmemekliliğine göre değerlendirilir. Tanrı, insan için yüce ve yüksek
bir ideal getirdiğinden, Ortaçağ insanı eksikliliğini, başarısızlığını.
ve hatta günahkarlığını her daim duyumsamak durumunda olan biridir.
İşte bu durumun bir sonucu olarak, Yunan düşüncesinin özü itibariyle
iyimser bir felsefe olduğu yerde, özellikle Hıristiyan Ortaçağ
felsefesi kötümserlik üzerine yükselen bir felsefedir.

4. Yine Yunanlının temelde bir olan, birlik içinde bulunan bir evrende,
yani bir mikrokosmos olarak kendisinin bir parçası olduğu özde
anlaşılabilir olan makrokosmosta yaşadığı yerde, yaratıcısından ayrı
düşmüş bir varlık olarak Ortaçağ insanı kendisine yabancı bir evrende
yaşamak durumunda olmuştur. Bu insan için, bir tarafta aşkın, yaratıcı
Tanrı, diğer tarafta ise kendisini Tanrı’dan her geçen gün biraz daha
uzaklaştıracak, özüne yabancı bir varlık alanı bulunmaktadır. Bundan
dolayı, Ortaçağ felsefesi için problem, teorik ya da bilimsel bir
problem olmayıp, tümüyle pratik bir problemdir: Yaratıcısına
bozulmamış, maddenin kiriyle pislenmemiş olarak nasıl dönülebileceği
problemi.

5. Ortaçağ felsefesi, İlkçağ felsefesinden öncelikle bir kopuşu gözler
önüne serer. Bununla birlikte, iki felsefe arasında, her şeye rağmen
bir sürekliliği ve çok önemli bir noktada da ortaklık vardır. Kopuş
temelde, İlkçağ felsefesinin, dini açıklama ya da mitolojiyi reddedip,
kendisini öne sürmek su*retiyle oluşan ve gelişen’ özerk bir felsefe
olduğu yerde, Ortaçağ felsefesinin özerkliğini yitirip, tümüyle dine,
dini dogmaya tabi olan bir felsefe olmasından kaynaklanmaktadır.
Süreklilik ise, Ortaçağ felsefesinin hem Doğuda ve hem de batıda
kültürel ya da felsefi bir miras olarak doğrudan doğruya İlkçağ
felsefesine dayanmasından meydana gelir. Nitekim, Ortaçağ felsefesi
dine dayalı, din temelli bir felsefe olsa bile, kavram ve
kategorilerini, terminoloji sini kendi başına yaratmış bir felsefe
değildir. Ortaçağ felsefesi, ihtiyaç duyduğu kavram ve kategoriler
için, doğrudan doğruya Yunan felsefesine yönelmiştir. Ortaçağ
felsefesinin te*melinde bulunan felsefe geleneği, Platon ve
Plotinos’un, ve bu arada Aristoteles’in felsefelerinden oluşur. Fakat
iki felsefe arasındaki, onları birlikte modern felsefeden bütünüyle
farklılaştıran, sürekliliğin temel unsuru, gerek İlkçağ ve gerekse
Ortaçağ düşün*cesine damgasını vuran, modern çağın mekanik dünya
görüşünün kendisinin ye*rini alacağı, teleolojik dünya görüşüdür.

6. Ortaçağ felsefesi, teleolojik bir anlayışla, doğayı Tanrı tarafından
bir amaca göre yaratılmış ve düzenlenmiş statik bir sistem olarak
görmüştür. Açıklamadan niteliksel bir açıklamayı anlayan ve
nedensellikten büyük ölçüde ereksel nedenselliği anlayan Ortaçağ
düşünürlerine göre, maddi dünya, tanrısal gerçekliğin çok soluk bir
gölgesinden başka hiçbir şey değildir.

7. Ortaçağ felsefesi, hemen her felsefe gibi, birtakım kabulleri olan
bir felsefe olmak durumundadır. Bu kabullerin en önemlisi ise, Ortaçağ
düşüncesine Platon felsefesinden intikal eden, en yüksek veya en
yüksekte olanın, en üstte bulunanın ontolojik olarak en gerçek,
aksiyolojik olarak da en değerli varlık olduğu kabulüdür.

8. Ortaçağ felsefesi dini anlamlandırma ve temellendirme çabasında, ana
düşüncelerinde, problemlerinde ve bu problemlere getirdiği çözümlerde,
hemen her zaman Yunan felsefesine bağlı kalmıştır. Bu felsefede yapılan
iş, daha çok Antik Yunan’ın düşünce dünyasını benimsemek ve Yunan
felsefesinin temel kavramlarını işleyerek, inancı temellendirmek
olmuştur. Ama, Ortaçağ felsefesi benimsediği ve kendisine göre
biçimlendirdiği felsefeyi, genellikle olmuş bitmiş, yetkin bir sistem
olarak görmüştür. Buna göre, antik Yunan felsefesinin dinamik bir yapı
sergilediği yerde, Ortaçağ felsefesi mutlak hakikatleri bulmuş olduğuna
inanan statik bir felsefedir.

9. Yine, Ortaçağ felsefesinin merkezinde Tanrı vardır. Başka bir
deyişle, Ortaçağ felsefesi teosantrik, ya da Tanrı merkezli bir
felsefedir. Nitekim, bu felsefenin temel konuları, Tanrı ve Tanrı’nın
varoluşu problemi, iman ya da otorite ve akıl ilişkisi, Tanrı-evren
ilişkisi, kötülük problemi ve tümeller problemiyle belirlenir. İlk
bakışta, Tanrı konusunun dışında kaldığı düşünülen temeller konusu
bile, tümellerin en azından XIV. yüz*yıla kadar Tanrı’nın zihninde
bulundukları veya Tanrı yaratısı ebedi ve bağımsız gerçeklikler
oldukları öne sürüldüğü için, Tanrı konusuyla yakından ilişkili olmak
durumundadır.

10. Ortaçağ felsefesinde, felsefe inanca, inançta vahye tabi olmak
durumundadır. Bundan dolayı, Ortaçağ kültüründe çok önemli bir rol
oynayan din, felsefe ve rasyonel bir hayat görüşü üzerinde de çok
temelli bir etki yapmıştır. Örneğin, Skolastik felsefede, vahyin temel
ya da en azından aklın vazgeçilmez bir yardımcısı olduğuna
inanılmıştır. Skolastik dönemin filozofları, akıl ile iman arasında bir
ayırım yapmış ve zaman zaman da felsefenin göreli bağımsızlık ya da
özerkliğini vurgulamış olmakla birlikte, Ortaçağın dünya görüşünde,
bilimde ve felsefede, bir çözüme kavuşturulacak problemlerin çözümü de
dahil olmak üzere hemen her şey teoloji tarafından belirlenmiştir.

11. Yine Ortaçağ felsefesi söz konusu olduğunda, belli bir gelenek, ve
vahye dayanan bir din çerçevesinde oluşan otoriteye duyulan saygı
esastır. Bu dönemde felsefenin mahiyeti, kapsamı ve sınırları dini
çerçeve ve ruhani otorite tarafından belirlenir ve hiçbir şekilde
değiştirilemez. Ortaçağ felsefesi, otoriteye duyulan inancı temele
aldığı için de, doğal olarak eleştiriye ve şüpheciliğe kesinlikle
kapalı olan bir felsefedir.

12. Ortaçağ felsefesi, bütünüyle realist bir çizgi boyunca gelişmiştir.
Yani, Ortaçağ düşünürleri, Skolastiğin gerileme döneminde çok etkili
olan Ockhamlı William bir kıyıya bırakılacak olursa, tümeller konusunda
benimsedikleri realist tavırdan başka, zihinden bağımsız bir
gerçekliğin var olduğundan hiçbir zaman kuşku duymamışlardır. Başka bir
deyişle, Ortaçağ düşünürleri, ontolojik realizm bağlamında gerçekliğin
zihinden bağımsız olduğunu öne sürmüşlerdir. Bununla birlikte, Ortaçağ
düşüncesinde, zihinden bağımsız bu gerçeklik, gerçekten ve mutlak
olarak var olanın ezeli ebet ve değişmez Tanrı olması anlamında, tinsel
bir yapıdadır. Buna göre, realizmi tamamlayan yaklaşım, aynen Platon ve
Plotinos’ta olduğu gibi, spiritüalizmdir.

13. Ortaçağ felsefesi varlığın bilgi konusundan, ya da ontolojinin
epistemolojiden önce geldiği bir felsefedir. Buna göre, Ortaçağ
felsefesi, özneden hareket eden, bilimin gelişimine koşut olarak önce
bilgi konusunu ele alan, ve varlığı bilimin taleplerine göre sınıflayan
ya da yorumlayan modern felse*fenin tersine, önce zihinden bağımsız bir
gerçekliğin varoluşunu teslim edip, bu gerçekliğin bilgisine nasıl
ulaşılabileceği konusunu daha sonra ele alır.

14. Yine, aynı ontolojik bağlamda, Ortaçağ felsefesi, özellikle varlığı
bilinen maddi varlık alanı ve bilen özne, madde ve zihin olarak ikiyi
ayıran modern felsefenin düalizminin tersine, baştan sona birci olan
bir felsefedir. Bu, hem ezeli-ebedi, mutlak, değişmez ve yetkin bir
varlık olarak Tanrı’nın, gelip geçici maddi varlık alanıyla
kıyaslandığında, biricik gerçek varlık olması; hem modern dönemde ikiye
bölünen insanın, her ne kadar madde-form, beden-ruh analizine tabi
tutulabilse de, birlikli, bütünlüklü ve ahenkli bir töz olması; ve hem
de geliştirilen öğretiler bağlamında, resmi görüşe uygun olmayan hiçbir
öğretiye izin verilmemesi anlamında, böyledir.

15. Ortaçağın metafizik anlayışı, varolan her şeyin nedeni ya da
kaynağı olan aşkın bir gerçekliğe ilişkin araştırma, varolanları varlık
kaynağı olan Tanrı’yla ilişkisi içinde ele alma anlamında teoloji
olarak metafizikten meydana gelir. Ortaçağda gelişen metafizik, ayrı,
değişmez ve ezeli-ebedi bir varlığa ilişkin araştırmadır. İstisnasız
tüm Ortaçağ filozofları, sistemlerinde Tanrı’dan yola çıkar ve önce
Tanrı’nın varoluşunu kanıtlayarak, varlığı yaratan-yaratılmış olan
ilişkisi çerçevesinde ele alır. Buna en iyi örnek, ünlü “beş yol”uyla,
**uinalı Aziz Thomas’tır. O, Tanrı’nın varoluşunu beş ayrı kanıtla
ispat ettikten sonra, yaratıcı ve doğa*üstü bir Tanrı dışındaki
varlıkları ya da yaratılanları Aristotelesçi bir kavramsal çerçeveyle
açıklama çabası vermiştir. Aynı şey, İslam dünyası filozofları için de
geçerlidir, şu farkla ki Farabi, İbn Sina ve İbni Rüşd’de,
Aristotelesçi bir kavramsal çerçe*ve, Plotinos’tan gelen bir südür ya
da türüm öğretisiyle tamamlanmıştır. Ortaçağ düşüncesinin teoloji
olarak metafizik anlayışının temelinde ise, varlığın ancak ve ancak
varlı*ğın kaynağı olan yaratıcı Tanrı aracılığıyla açıklanabileceğini
ve Tanrı’nın varlığının akıl yoluyla kavranabileceğini dile getiren iki
kabul bulunur.

16. Ortaçağ felsefesindeki söz konusu teoloji olarak metafizik
anlayışı, doğal olarak hemen her Ortaçağ düşünüründe bir örneğine
rastladığımız değere dayalı bir varlık hiyerarşisine yol açmıştır.
Böyle bir varlık hiyerarşisi, varlıkları hiyerarşideki yerlerine göre
sınıflar ve onlara varlık ve belli bir değer yükler.

17. Ortaçağ felsefesinin en belirleyici yönlerinden biri, de hiç kuşku
yok ki, onun yöntemidir. Buna göre, Ortaçağ düşünürleri, Tanrı sözü
olan kutsal kitaba dayanan imanı sistematik bir biçimde ifade etmek,
savun*mak ve geliştirmek için, daha çok şerhe, kutsal metinleri
yorumlama metoduna ve mantıksal/dilsel analize yönelmişlerdir. Ortaçağ
düşünürleri bu bağlamda, öncelikle Yunanlıların bilimsel ve felsefi
terminolojilerini kullanmışlar ve daha sonra da, Yunan mantığını bir
bütün olarak almışlardır. Şu halde, Ortaçağ filozofları, imanı
sistemleştirme ve temellendirme çabalarında aklı ve mantığın
tümdengelimsel tekniklerini kullanmışlardır.

Döneme Damgasını Vuran İsimler: Gnostikler, Augustinus, Anselmus, Magnus, **uinolu Thomas, Ockhamlı William, Tümeller Tartışması
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Ortaçağ Felsefesi Genel Özellikleri
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Formun Dogru Adresi. :: Öğrenci Ders Ve Ödevleri-
Buraya geçin: